Son Haberler
Buradasınız: Anasayfa » YAZARLAR » Araştırmacı-Yazar NEŞE DOSTER » Bakü’de Nevruz Buluşması

Bakü’de Nevruz Buluşması

Nevruz Bayramı nedeniyle davet aldığım Azerbaycan’a giderken uzun uzun üzerinde çok durduğum, konuşmalarıma, yazılarıma konu ettiğim Nevruz’u düşündüm. Yeniden ve yine ansiklopedileri karıştırdım. Bazı kaynaklar 21 Mart için doğanın resmi başlangıcı diyor. Bazı kaynaklar Orta Asya kavimleri bugünü yeni yılın ilk günü sayar, karın, kışın, soğuk günlerin bitmesi olarak görürler diye ilave ediyor. Bazıları da batının aldığı kararları anlatıyordu. Resmin bütününe ulaşmak için alınan kararlara bakayım dedim. Önüme şu bilgiler çıktı. 2010 yılında BM; Nevruz’u “Dünya Bayramı, Doğayla Kucaklaşma Bayramı”, ilan etmiş. Unesco’da Nevruz’u “Dünya manevi Mirası” listesine almış. Duymamıştım ben iyi de olmuş…

Çocukluğumdan beri evimizde, ilimizde çok özel törenlerle, kutlanan Nevruz, demek artık dünya mirası sayılacak, doğayla kucaklaşma bayramı olacaktı. Bir kez daha geçmişimle ve memleketimle gururlandım. Bizim yıllardır önemsediğimiz bazı şeyleri, batı ancak yeni görüyordu demek.

Aile büyüklerimin göç ettiği topraklara bu üçüncü gidişim olacaktı. Bu kez yol arkadaşlarım Atkev Başkanı Erol Göllü ve eşi Nimet hanımdı. Daha öncede bir Nevruz’da orada bulunmuş, bayramı nasıl kutladıklarını görmüştüm. Hüseyin Cavit Kadın Merkezi tarafından çağrılınca ve sürede 5 gün olunca uzun bir bayram olacak diye düşündüm.

Yola çıktığımda aklıma nedendir bilinmez Yunan ozanın sözleri geldi; “Türküleri yakanlar, yasaları yapanlardan daha güçlüdür.” Bu söz beni alıp Yunus Emre’den Pir Sultan Abdal’a, Köroğlu’ndan Karacaoğlan’a, Dadaloğlu’ndan Âşık Mahzuni’ye götürdü. Söz ve saz ustalarının diyarına dağarcığımda onlar olmadan nasıl giderdim?

Havaalanında uçağımın kalkışını beklerken kahve içmek için girdiğim yerde, bir arkadaşım beni aradı ve doğum günümü kutladı. Bende ona dün olduğunu söyledim. O sırada kahvemi getiren görevli genç kız yüzüme ilgiyle baktı. Bende ona gülümsedim. Biraz sonra 4 kişilik bir görevli ekibi ellerinde bir küçük pasta ve mumlarla gelip “doğum gününüz kutlu olsun” demezler mi? Kaldım, daha doğrusu donup kaldım. Bunu adı neydi şimdi? Durumdan son derece zarif bir vazife çıkarmak mı? İnisiyatif almak mı? Son derece gelişmiş bir halkla ilişkiler çalışması mı? İnsanlık mı? Nezaket mi? Bence hepsi. İsimlerini aldım. Serra Bakırçalı, Yasemin Adak, Bahtiyar Kanca ve Hüseyin Kurt! Güzel ve ikram dolu bu yolculuk için, bana unutamayacağım bir doğum günü yaşattığınız için size teşekkür ediyorum.

Azerbaycan’la aramızda 2 saat fark var. Oranın saatiyle 20.00’de Bakü’ye indik.  Dostlarımız bizi çiçeklerle karşıladı ve kalacağımız mekâna götürdüler. Hep söylerim Bakü, son yıllarda çok gelişti. Caddelerin genişliği, düzeni, binaların renk ve boy uyumu, insanların şıklığı, mağazaların büyüklüğü çok gelişmiş bir batı ülkesini anımsatıyor insana. Kalacağımız yerde çok şık bir Nevruz sofrası bizi bekliyordu. Merkezin başkanı ve yöneticileri yöresel tüm yemekleri hazırlamış, sofrayı tam bir görsel şölene çevirmişlerdi. Zeynep hanım, Sevda hanım, Zümrüd hanım, Fatma hanım, Azize hanım, Muhabbet hanım, Sevinç hanım, Zenuber hanım, Esmer ve Şahin bey’in eşliğinde sofraya oturduk. Piyanoda sanatçı Reşid Şafak’ı dinleyerek ve tüm tatların hakkını vererek Nevruz’u kutladık.

5 günlük programı dolu dolu yaşattılar dostlarımız bize. Gittiğim her yerde, konuştuğum her mekânda, dolaştığım her küçede arkadaşlığın, vefanın, ikramın en hasıyla karşılaştım. Dinlediğim her müzikte yeteneğin ustalıkla bütünleştiğini gördüm. Gittiğimiz bazı yerlerde odalar küçük olsa da sesler büyüktü. Yüreğe işleyen sözleri duydukça o küçücük odaların duvarları yok oldu, büyüdü, Bakü’ye, Azerbaycan’a sığmaz oldu, kanatlandı ve evreni doldurdu. Yıllarını, birikimini, eğitimini, enerjisini bu işe adayanların okudukları, söyledikleri, çaldıkları kulağa da, yüreğe de öylesine yakındı ki. Sazdı, sözdü, çaydı ikramdı, sohbetti, gözyaşıydı derken ziyaretler bittiğinde geriye sadece ortak duygular ve özlemler kaldı. O kücüçük anlardan kocaman anılar, izler kaldı.

Azerbaycan’da sofralar çok renkli, yemekler çok lezzetli, masalar çok dolu. Öyle ki aynı anda hem balık, hem tavuk, hem et ikram ediyorlar. Meyve, pasta, baklava, çikolata, şekerleme (onlar şirniyat diyorlar), börek, yeşillik, salata, tatlı, şarap, meyva suları, hele de nar suyu, nar şerbeti, nar şarabı. Narı bu kadar güzel kullanan başka bir yer görmedim. Narı her yere sokmuşlar ve çok da başarılı olmuşlar.

Örneğin insanın acısını, neşesini, coşkusunu, sevincini anlatan şarkılarla, mahnılarla bizi evinde yemekli ağırlayan, Haydar Aliyev Fond’unun direktörü Muhabbet hanım ve eşi dünyayı adım adım dolaşmış eski bir tenor olan İdris Mehdiyeva’nın evlerinde Azerbaycan mutfağının tüm yiyecek, içecek, tatlı ve meyveleri eşliğinde konuşulanlar yer yer şiir, yer yer söz, yer yer saz, bazen çığlık, yer yer masaldı sanki. O söz ve tınıların içinde bazen doğanın isyanını gördüm. Bazen insanın çığlığını işittim. Ama çalınan her notada yeteneği görmemek mümkün değildi. Müziği dinlerken hangi coğrafi, kültürel birikimden gelirseniz gelin etkilenmemek, duygulanmamak elde değildi. İnsana sorular sorduran, yanıtlar aratan, düşler kurduran bir şölendi sanki.

 Atatürk’ün önünde baş eğirem…

 Bakü Gazeteciler Cemiyeti’nde katıldığım toplantıda cemiyetin ileri gelenleriyle, yazarlarıyla, redaktörleriyle, çıkardıkları derginin editörleriyle tanıştım. Bir yazar şunları söylerken gözyaşlarımı tutamadım. “Selanikli Kemal, Santiagolu Castro, Pranalı Che ve Nahcivanlı Heydar hayatımda en önemsediğim şahsiyetlerdir.”

Derneğin yayın organının adı; “Asrın Ziyalıları.” Yayın kurulu ağırlıklı olarak kadınlardan oluşuyor. Baş redaktör Melike Göyçeli, redaktör Gülnara Ahmedova’yla konuşup, halk şairi Ayda Gülnar’ı dinledim. Ayda hanımın sesi de sazı da çok güçlüydü. Söyledikleri çok etkileyici idi:

 

“Ya yiğit libası metin geymeli,

Ya bir çekiç olup demir döğmeli,

Ya da ki her zulme boyun eğmeli.

Ya da zindan olup döğülmelidi.”

 Sözleri içime işledi kadın şairin. Daha sonra “Tebib Dergisi’nin baş redaktörü Eldar İsmayıl’ın daveti üzerine derginin idare binasını ziyaret ettim. Burada konuştuğum ve karşılaştığım herkesle ülke ve dünya sorunlarını konuştuk. Azerbaycan’ın umumi lideri Heydar Aliyev’in, halkının çok tuttuğu bir lider olduğunu bir kez daha gördüm. Özellikle inkılâp konusundaki sözlerinin çok önemsendiğini gördüm; “20.asır her sahada büyük inkılâplar asrıdır. İnkılâp diyende tekçe siyasi inkılâp nazarda tutulmaz. İlimde, teknikte, tahsilde, medeniyette, her sahada inkılâp demektir. Siyasi inkılâp bir hâkimiyete yahut bir siyasi sistemi devirir, başkasını yaratır. Ancak bu mahdut anlayıştır. Geniş manada inkılâp tekâmül karakteri taşır.”

 Bu sözlerden alınacak ne çok ders var diye düşündüm.  

Konuştuğum herkesin ortak paydası Atatürk’ün Türkiyesi’ne neler olduğuydu. Adı Ak olan partinin yarattığı karanlık ortama ilişkin sorularla karşılaştım. Görüştüğüm gazeteci, akademisyen, STÖ temsilcileri, editörler, yazarlar ülkemizin son yıllarını ve değişim rüzgârlarını yakından izleyenlerdi. Konuşmacılardan birinin bize hoşgeldiniz dedikten sonra; “Atatürk’ün önünde baş eğirem” sözünden, saz ustalarından birinin okuduğu “Eli boş getti” şiirinden o kadar etkilendim ki paylaşmadan geçemem.

 “Ne geder zulümkar geldi cihana,

Taladı taladı eli boş getti.

Şeherler dağıttı goydu virana,

Galadı galadı eli boş getti.

 

Sayısız ölkeler soydu İskender,

Şahların gözünü oydu İskender,

Dünyanı sapanda goydu İskender,

Buladı buladı eli boş getti.”

 Evrensel sözleri olan bu şiiri dinlerken dalıp gittim. Daha sonra sahne alan sanatçı Sevinç Hanım ise en sevdiğim parçalardan biri olan “Ağarmayın ay saçlarım amandı”yı okumaz mı? Şimdi gel de ağlama, gel de ülkeni özleme, gel de çocukluk yıllarına dönme, gel de anneni- babanı derin ah’lar çekerek anma…

 “Olmaz mı ki, gem çekende gülesen

Neden oldu yanıp döndün küle sen?

Kırk yaşına çatmamışsan hele sen,

Ağarmayın, ay saçlarım amandı.

 

Ele bildim dağ başını gar alıp,

Ayaz vurup çiçehleri saralıp,

Gören deyir aşıh daha gocalıp,

Ağarmayın, ay saçlarım amandı.”

 Yüreğe işleyen, alıp bir yerlere götüren, yaşamı sorgulatan sözlerdi bunlar, buna birde sanatçının sahne hâkimiyetini ve sesinin güzelliğini katın, dinlemelere doyamazsınız. Bende öyle yaptım…

Nevruz Bayramı, Azerbaycan’da sokak etkinlikleriyle de kutlanıyor. Dev boyutlardaki semeniler, sokak konserleri, palyaçolar, özellikle turistlerin ilgisini çekiyor. Pastane vitrinlerinde gördüğüm pastaların bile semeni şeklinde olması, yeşil ve kırmızı renkleri taşıması çok dikkati çekici idi. Bayrak Meydanı, Kukla Tiyatrosu ve Muğam Tiyatrosunun önünde yapılan sokak gösterileri havanın soğukluğuna rağmen büyük gaz sobalarıyla engellenmişti. Petrol böyle bir şeydi demek. İstenince sokağı ev sıcaklığına çeviren.

Azerbaycan halkı ince sanatlara çok düşkün bir halk. Yani bizdeki güzel sanatlara. Orada öğretim üyesi olan Zümrüd Hanım’a meclisteki üye sayısını sorduğumda aldığım yanıt şu oldu. 134 milletvekilimiz var, 18 kadın vekilimiz, 1 kadın bakanımız var. Azerbaycan’da okuma yazma oranı çok yüksek. Genç kızlar rol model olarak Devlet Başkanı İlham Aliyev’in son derece şık, zarif ve güzel olan eşi Mihriban Hanımı örnek alıyorlar. Aslen doktor olan Mihriban Hanım hem milletvekili, hem de Haydar Aliyev Fondunun başakanı. Gençler son derece bakımlı, estetikli, modern giyimli görünüyor. Erkekler de kızlarda modayı yakından izliyor. Caddeler jeepten geçilmiyor. Geniş caddelerinde dikkati çeken boyutlarda Prada, Escada, Gucci, Guess, Valentino, Nina Ricci, Armani gibi dünya markaları boy gösteriyor.Bakü’de çok şık, gösterişli ve büyük “şaddık salonları” var. Düğünler, sünnet, nişan törenleri oralarda yapılıyor. Bahçesi olan, locaları olan görkemli mobilyaları olan bu salonlardan birin adı “Cıdır Restoran”. Sanatçı dostumuz Sevinç Hanım, bizi oraya davet ediyor ve isteğimizi kırmayarak; “Küçelere su sepmişem”  mahnısını okuyor. Bu türkü beni alıp, çocukluğumun Kars’ına, anne ve babamın yaşadığı yıllara götürüyor, iki gözüm iki çeşmeye dönüyor.

Bakü’nün görülmeli yerlerinden biri de “İçeri Şeher” dedikleri bölge. Şık otelleriyle, güzel restoranlarıyla, yöresel dükkânlarıyla ilginç bir yer. Yokuş olduğu için insanlar küçük arabalarla ücret ödeyerek bölgeyi gezebiliyor. O gün hava çok güzel olduğu için dışarıda oturup, şenlikleri izledik. Bizim mantıya benzeyen onların “Küşpere” dedikleri hamurdan yapılan yemeği yedik. Adına “Kelağeyi” dedikleri ipek renkli eşarplardan aldık.

Bakü, özellikle Hazar Gölü çevresini imara açarak, büyük restoranları, dinlenme tesislerini, çok amaçlı salonları gölün çevresine yapmış. Aslında deniz heybetinde olan bu gölün kıyısında sohbet etmek, yemekler yemek çok etkileyici geldi bana. Üniversitede öğretim üyesi olan “garmon” ustası dostumuz Mübariz Süleymanlı her gelişimizde bizi özel olarak ağırlar. Garmonunu kelimenin tam anlamıyla konuşturur, en güzel mahnıları okur, davudi sesiyle ve coşkuyla her konuda ki bilgisini ortaya kor. Bu seferde öyle oldu, Mübariz bey ve arkadaşları bize bir konser verdiler. Azerbaycan söz ve saz ustalarının harman olduğu bir yer. Hemen herkes ya bir enstrüman çalıyor, ya da sesi çok güzel olduğu için, çalana eşlik ediyor. Evlerin çoğunda piyano var, üstelik gösteriş için değil, desinler diye değil! Ev ahalisinin çalması için var. O nedenle gittiğimiz her yerde piyano dinledik, müziğin en hasını izledik. Buna uzun süren Rus egemenliğinin eğitim farkı mı desek? Azerbaycan halkının sanata merakı diye mi yorumlasak? Gelip geçen yöneticilerin sanat aşkı mı diye noktalasak? Bilemedim. Bildiğim o ki yeyip içmeyi, gezip tozmayı, konuk ağırlamayı iyi biliyorlar.

Bu gezide bende derin izler bırakanlara gelince;

Filololog Azize Hanım ve eşi Gençlik ve İdman Bakanının evindeki akşam yemeğini ve bakanın çaldığı tarı ve konukların katıldığı tınıları unutamam.

Haydar Aliyev Fondu’nun direktörü Muhabbet Mehdiyeva ve eşi İdris Beyin Nevruz Bayramı’nın tüm renklerinin hâkim olduğu sofralarını, İdris beyin davudi sesiyle okuduğu mahnıları ve anlattığı ilginç turne anılarını unutamam.

Zümrüd Dadaşzade’nin kimliğiyle, kişiliğiyle, bilgisiyle tam bir sefire olduğunu( Eşi Azerbaycan’ın Tahran büyükelçisi) ve bu sıfatı çok iyi taşıdığını unutamam.

Uzun yıllar eşinin görevi nedeniyle Türkiye’de yaşayan Fatma Vezdiyeva’ın zarif giyim tarzını ve çok güzel Türkçesini unutamam.

Dr. Sevda Caferova’nın kızı üniversite öğrencisi Esmer’in, 5 gün boyunca bizi yaptığı rehberliği ve sıcaklığını unutamam.

Sanatçı Eyyup Yakubov ve eşi Zenuber hanımın restoranda başlayıp evlerinde devam eden sazlı, sözlü, ikramlarını unutamam.

Dostum ve arkadaşım öğretim üyesi Mübariz Süleymanlı’nın unutulmaz sohbetlerini, bağ evinde verdiği yemeği, hakkını vererek çaldığı garmonun insanın içine işleyen sesini ve okuduğu parçalardaki gür sesini unutamam.

Ses sanatçısı Sevinç hanımın sahneyi ve salonu dolduran ses gücünün ve görselliğinin altında yatan naifliği unutamam. Ve armağan olarak verdiği halıyı…

Yol arkadaşlarım ve dostlarım Nimet ve Erol Göllü’nün yaşamı ve seyahati kolaylaştıran jestlerini unutamam.

5 günün sonunda kalabalık bir dost grubunun uğurlaması eşliğinde havaalanına geldiğimizde, ailemden ayrılıyormuşum gibi duygusallaştım. Bu gezinin mimarı olan,bizi aile boyu ağırlayan, akıcı konuşması ve esprileriyle her günümüze damgasını vuran Nörolog Sevda Hanım, ağladığımı görünce birazda mesleki duyarlılıkla ve derin espri yeteneğiyle şunu söyledi. “Azerbaycan’ın büyük şairi Muhammed Fuzuli ‘Meyvaların Sohbeti’ adlı kitabında der ki; Bir gün tüm meyvalar aralarında sohbet ediyorlarmış. Her meyva kendini övmüş, öne çıkarmış, özelliklerini saymış. Bir köşede bunları dinleyen Nar dayanamamış ve şöyle demiş; “Bu ne manasız danışıhdır, siz ne deyirsiz? Renge galsa menim rengim hamıdan aladı. Menim tadım hem ekşi, hem şirindi. Men özümü terifliyirem mi? Unutmasaz ey olar! Narınçla turunç menim nökerim, heyvayla alma da gullukçularımdı.” Sevda hanımın bu örneği vermesinin bir nedeni vardı. Azerbaycan mutfağında nar çok önemli bir yer kapsıyor. Nar şurubu, nar şerbeti, nar ekşisi, nar şarabı, nar sirkesi, nar suyu vb derken narın girmediği, yakışmadığı yer yok gibi. Orada olduğum süre içinde o kadar çok narlı içeceklere alıştım ki, gelirken dostlarım bana birkaç şişe de hediye ettiler. Sevda hanım birazda buna gönderme yaptı kuşkusuz.  Bu arada da inanılmaz zamanlamasıyla ve verdiği komik örnekle beni yine güldürmeyi başardı. Bakü’ye el sallarken vatandan vatana uçuyor gibiydim. Konuşmamı dinleyen bir dost; “Biz sizi dinleyende hem annıyırıh, hem ağlıyırıh” demişti.

 Ağlama ve anlama sırası şimdi bendeydi…

NEŞE DOSTER

Hakkında admin

Yoruma kapalı.

X